|

Karakoç ve İslam Medeniyeti tezi

Osman Bayraktar
00:00 - 7/02/2007 Çarşamba
Güncelleme: 12:54 - 23/02/2007 Cuma
Yeni Şafak
Karakoç ve İslam Medeniyeti tezi
Karakoç ve İslam Medeniyeti tezi

Sezai Karakoç, medeniyet tezinin iki temel dayanağı olduğunu belirtir: tarihi ve sosyolojik bakış açıları. Tarihi bakış açısı, yeni bir yapı inşa ederken bugüne kadar yaşanmış olan insanlık deneyiminin bir bütün olarak dikkate alınmasıdır. Belgeciliğe dayalı klasik tarih felsefesi insanlık macerasını çok geç dönemlerden başlatır. Belge öncesi tarih, varsayımlara, mitolojilere veya mitoloji haline gelmiş teolojik bir takım söylencelere emanet edilir. Oysa yazılı tarihte yer almasa da, belgeli tarih öncesi diyebileceğimiz bu dönemlerin insan ruhu üzerindeki etkileri hep güncel kalmıştır. Bütün büyük edebiyat ve sanat eserleri henüz belgelenemeyen o büyük insanlık macerasının sırrını çözmeye uğraşırlar. Diriliş Yaklaşımı, tarih üzerine vahyin ışığını tutarak yepyeni bir tarih tezi ortaya koyar. Sezai Karakoç, yeryüzündeki bütün medeniyetlerin temelde, peygamberlerin getirdiği vahdaniyet esasına dayandığını belirtir. Bu medeniyetlerden bazıları zaman içinde değişime uğramış, vahdaniyet özünü kaybederek çok tanrılı bir görünüm kazanmışlardır. Klasik tarih yaklaşımı bu medeniyetlerin sadece son dönemlerini belgeleyebildiği için onların geçmişinin de tümüyle çok tanrılı bir anlayışa sahip olduğunu varsaymaktadır. Sezai Karakoç, Hakikat Medeniyeti teziyle, medeniyet oluşumunu Hz. Adem'e ve peygamberler silsilesine bağlayarak insanlık tarihindeki bu boşluğu doldurmaktadır. İnsanlık peygamberlerin getirdiği bilgi ve bilgeliklerle sürekli bir gelişim göstermiş, Son Peygamberle birlikte bu oluşum kemal noktasına ulaşmış ve insanlığın yeni bir peygambere ihtiyacı kalmamıştır Bu anlamda Yitik Cennet, peygamberlerin, medeniyet ruhuna katkıları konusunda destansı bir anlatımdır.

Sosyolojik perspektif hem medeniyet oluşumunun kendi içindeki hem de medeniyetlerin birbirleriyle ilişkilerindeki insani durumları kavramamıza imkân sağlar. İbni Haldun'un Mukaddime'sinde çok etkileyici örneklerini gördüğümüz bu yaklaşım, insani oluşumların; geçmiş zaman birikimleri, coğrafi koşullar, insan tabiatı, ilişki kurulan toplulukların nitelikleri gibi birçok unsurun etkisine açık olduğunu öğretir. Doktrinal bakış açısıyla bir araya getirilmesi zor farklı nitelikteki medeniyet açılımları bu yaklaşımla hayatın akışı içindeki doğal yerini alır. Sınırı aşmayan farklılıklar hayatın zenginliğidir. Sosyolojik perspektifin ışık tuttuğu bir başka alan, medeniyetlerin, toplumların ve devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin niteliğidir. Medeniyetler ve onların organizasyonu niteliğindeki devletler zaman içinde farklı formlarla ortaya çıkabilirler. Örneğin Rusya'nın geçtiğimiz yüz yıl içinde yaşadığı köklü rejim değişiklikleri gibi. İdeolojik görünümü ne olursa olsun, görünürdeki bu rejim değişikliklerinin hiçbirisi Rusya'nın Orta Asya ve Avrupa'da yayılma emellerini ortadan kaldırmamıştır. Aynı durum, Amerika, Çin, Hindistan, Japonya ve Avrupa Birliği için de geçerlidir. Bu nedenle Sezai Karakoç analizlerinde devlet ile rejimi birbirinden ayırmaya özen gösterir. Rejimler, devletlerin hayatında koşullara göre oluşmuş geçici bir durumu temsil eder.

Bu tabloda, tarihin işleyişinden bihaber görünen İslam ülkeleridir. Büyük bölümü, Osmanlı Devletinin dağılması ile bir devlet olarak çıkmış ve İkinci Dünya Harbinden sonra bağımsızlığına kavuşmuş bu ülkeler için tarih algısı adeta kendi kuruluşlarıyla başlamış gibidir. Sezai Karakoç, 1966'da yayımlanan İslamın Dirilişi ve sonraki yıllarda yayımlanan başka kitaplarında, İslam ülkeleri ve Afrika için gelecekte bağımsız kalmanın tek koşulunun birleşmek olduğunu ısrarla vurgulamıştır. Geldiğimiz noktada, fiili işgallerin başlamasına rağmen İslam ülkelerinde birleşme yönünde hala ciddi hareketler başlamış değildir. Tam bu aşamada, İslam Medeniyeti tezi ve bu tezin içerdiği devlet, millet, ülke kavramlarının açtığı yeni pencere, gelecekte varkalmanın tek koşulu olarak ortada durmaktadır.


17 yıl önce