|

Hrantımız artık yok...

Hrant'ın ölümünden sonra, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde Türkiye mahçup durumda. Bunun aşılması için sınırda 'Hrant Barış Kapısı'nın açılması iyi bir başlangıç olabilir

Beril Dedeoğlu
00:00 - 24/01/2007 Çarşamba
Güncelleme: 23:42 - 23/01/2007 Salı
Yeni Şafak
Hrantımız artık yok...
Hrantımız artık yok...

Bir cinayet, bir katlediliş ve bir susturuluş, Hrant Dink'in geriye doğru yeniden okunmasına yol açtı. Kim olduğu, neler yaptığı, ailesi, yaşamı ve neleri temsil ettiği hatırlandı. Bilmeyen öğrendi. Bilenler, bildikleri içinde yanlız bıraktıklarına yandı; bilmeyenler bilmediklerine hayıflandı.

Yaşam ve siyasetin eksenine insanı koyan, insanların kategoriler içine sıkıştırılmasına karşı çıkan duruşu, siyasetin içindeki ötekileştirmelere isyan etti. Özellikle kendi ötekileştirilmesinin, tam da toplumsal ötekileştirilmelerin pekişmesine hizmet ettiğini gösterdi. Ne yazık ki, televizyonlarda ağlayarak kendisini ifade ettiğinde neler demeye çabaladığını çok az kimse hatırladı. Devletin bile vatandaşlığını sorguladığı birinin, niyetleri için değil kafa yorma, yürek oynatmaya bile gerek duyulmadı. Agos'un içinde ve Ermeni kimliğine hapsolmuş bir garip yabancı muamelesi gördü, varlığının ve kişiliğinin yaşam içindeki önemi, önemsizleştirildi. Üstelik önemi biline biline...

HRANT DİASPORAYA'YA DA KARŞIYDI

Hrant Dink ismi, gerek Ermeni soykırım tartışmaları ve gerekse Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin Türkiye'de ele alınmaya başlamasıyla birlikte daha çok duyulur oldu. Ermeni soykırımı tartışmalarının ya da eskiden bu topraklarda neler olmuştu, bizler kimiz, azınlık kim, bu soruların yanıtlarının diğer devlet ya da toplumlar bakımından önemi ne gibi soruların sorulması Türkiye'nin kendi iç dinamiklerinden türemedi. Bu konular, belki Türkiye'yi "Batı"ya yaklaştıracak, ama belki de tam tersi uzaklaştırmaya hizmet edecek niyetlerle Avrupa'dan gelen uyarılarla harekete geçen demokratikleşme tartışmalarının odağına oturdu. Doğrusu bu türden konuları ele almaya pek alışık olmayan Türkiye, öncelikle "demokratikleşme" içinde yer alan her temayı, bir "dış" oyun olarak değerlendirme yolunu seçti. Konu dışardakilerin oyunu olduğunda, bu konuları ele alanların da "dış"la bağları olduğunu savunmak ve başkalarının yararına çalıştığını iddia etmek kolay oldu.

İşte Hrant, bu dışsallaştırma sürecinin oyuncularından biri haline gelmişti. Bununla birlikte, kişiliği ve varoluş biçimi bu dışlamanın içine tam da oturmadı, "vatan hainliği" yeterince ikna edici olamadı. Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde karşılıklı düşmanlıklar yaratmaya hizmet eden Diaspora milliyetçiliklerinin şiddetle karşısında yer aldı, ama aynı karşı çıkışın Türkiye-Ermenistan ilişkilerine de zarar verdiğini savundu. Dolayısıyla diaspora karşısındaki duruşu, "iyi vatandaş" geleneğine uyarken, diğeri uymadı. İşte Hrant'la gelenler de tam bu noktada ortaya çıkıyordu. Bir Ermeni Türk vatandaşının, esas olarak kendi yaşadığı ülkenin sıkışmışlıklarını açmaya hizmet edebilmesi ihtimali şaşırtıcı geliyor, ama bu kişinin yerleştirilmesi gereken yere karar verilemiyordu. Sonra bu karar verildi ve Hrant'ın "iyi vatandaş" olmadığı yargı yoluyla teyid edildi, birilerinin de infaz edebilmesinin yolu açıldı.

Hrant'ın ölümü, bazı bakımlardan sürecin geri sarılmasının ortamını yarattı. Öncelikle, Türkiye, onu mahkum etmenin vicdan azabına sıkıştı. Yargılanmasına yol açan 301. madde kapsamına giren aydınların koruma altına alınması, kendi başına 301 bakımından hiç bir şey ifade etmese de, bir başlangıç olma ihtimali yarattı. Ermeni soykırım meselesi üzerinden beslenen diasporanın gerekçelerini güçlendiren bir ortam yaratıldığı için bundan sonra ne tür araçlar kullanılabileceği sorusu açığa çıktı. Sorunun Türkiye içinde de demokrasi tartışmasının odağı olduğu gerçeğinden de ne denli kaçılamayacağı belli oldu. Azınlık meselesinin, aynı zamanda ve belki çok daha vahim biçimde aslında bir çoğunluk meselesi olduğu gerçeğini ise, Hrant için sokağa dökülenler ortaya koydu.

TÜRKİYE ERMENİSTAN İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİ

Şimdi Türkiye'nin, bu ölümün ardından kendisini yeniden ortaya koyması ve yeniden ifade edecek bir yol izlemesi gerekecek. AB sürecinde insan ve azınlık hakları, dünya düzleminde medeniyetler buluşması çizgisindeki yerini, artık daha radikal önlemlerle belirlemek durumunda. Gayet tabii, bu yer aynı zamanda bir tercihe de bağlı. Tercihler ne yönde olacaksa, Hrant'ın ölümünün karşılanış biçimi de o yönde olacak. Bu konuda, anlamlı ama garip bir gelişme karşısında da Türkiye tavır almak durumunda kalacak ki bu da Türkiye-Ermenistan ilişkisi.

Hrant Dink'in öldürülmesi sonrasında Ermenistan Dışişleri Bakanı, bu tür olayların bir tarafı gibi açıklama yaptı. Açıklama, bir yandan Hrant'a sahip çıkan bir anlam taşırken, bir yandan da Türk halkına başsağlığı diliyordu. Hrant'ın bir başka ülkenin sahip çıkmasına ihtiyacı olduğunu düşünmek şaşırtıcı olmakla birlikte, kendi ülkesinin sahip çıkamamasından doğan boşluğun doldurulmaya çalışılması da olağan dışı karşılanamaz. Öte yandan, bu durumun Türkiye-Ermenistan ilişikilerinde yaratması olası yeni güvensizliklere zemin oluşturacağı açık. Üstelik bu güvensizliğin Ermenistan'da daha fazla artması kaçınılmaz. Diğer bir ifadeyle, Ermenilere karşı saldırgan davranan bir Türkiye durumu sözkonusu ve ne yazık ki bu durumu kullanmaya hazır çok fazla kesim var. Dolayısıyla, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde, Türkiye mahçup ve dezavantajlı bir noktada. Diğer bir ifadeyle Hrant'ın ölümünü Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi önündeki bir sabotaj eylemi olarak gören Ermenistan karşısında, Türkiye'nin bunu doğrulayan ya da yanlışlayan bir tavır alması kaçınılmaz olacak. Üstelik bu tavır, diğer tüm "dış ilişkiler" ile, iç yapısı bakımından da bir tavır ifade edecek. Ermenistan sınır kapısı, Hrant barış kapısı olsun diyenler karşısında tavrını belirlemek durumunda kalacak karar alıcıların da, Hrant'ın yüreğinden esinlenmeleri mümkün.

* Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi





17 yıl önce